Yazınımızın Tahribi

Yazar Abdullatif Gözeler Şehri Söz Ailesine katıldı.Genç Yazar kaleme aldığı birbirinden güzel eserleri siz Şehri Söz okurlarıyla paylaşıyor.

Yazınımızın Tahribi
Editör: Şehri Söz
02 Nisan 2019 - 13:03
İçerisinde olduğumuz son zamanlarda Edebiyat ve düşünsel alanlarda verdiğimiz yazın eserlerinin durumu gittikçe içler acısı bir hal almakta.

Son dönemde edebiyat ve düşün alanında verdiğimiz eserlerin kalitesinden yola çıkarak söylüyorum bunu.

Ve yine üzülerek ifade ediyorum ki, eğer birileri çıkıp bu duruma dur demezse, içinde olduğumuz bu durum daha da içinden çıkılmaz bir hal alacak.

Divan edebiyatından Tanzimat edebiyatına, Tanzimat edebiyatından Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatına kadar eser verdikleri her dönemde, başarılarıyla göğsümüzü gerdiren sanatçılarımızın çoğu ahirete intikal etmiş durumdalar. Sadece edebiyat alanında değil, düşün alanında da Felsefeden sosyolojiye kadar düşün dağarcığımızın temelini oluşturan düşün adamlarımız da yok artık.

Dolayısıyla bu büyük Edebiyatçıların, düşünürlerin bıraktığı yerden devam edip, edebiyatımızı ve düşün yazınımızı en güzel biçimde temsil etmek görevi yeni nesile düşüyor. Peki, yeni nesil dediğimiz kalemler bu büyük edebiyatçılarımızın ve düşün adamlarımızın bıraktığı yerden devam ettirebiliyor mu?! Edebiyat ve düşün yazınımız genç kalemlerden ne bekliyordu, şimdi geldiğimiz durum ne!

Bir, felsefe ve edebiyat yazarı olarak söyleyebilirim ki; ancak böyle bir konunun tespiti yazarının içini bu kadar  acıtabilir… Fakat birisinin çıkıp, bu meseleye el atması doğruları söyleyip ürkütmemesi, içinde bulunduğumuz durumu daha da vahim duruma getirecektir. Divan edebiyatından beri günümüze kadar, alanlarında, yetkinlik bakımından yapı taşları niteliğindeki sayısız  eserlerimizin artık, soyu kesildi desem yanlış bir tabir kullanmış olamam sanırım.

 Kitapçıların raflarını bırakıp, vitrinlerine kadar ele geçirmiş olan sözüm onlara yazarların kitapları toplumumuzun düşün dağarcığının nasıl tahrip edildiğinin en güzel cevabıdır. Ve dahası, bu sorunun da en önemli  kaynağı: okurlarımızın bu tür kitaplara gösterdiği ilgidir.

Bir milletin tam anlamıyla gelişmişlik seviyesini merak edip,  araştırmak isteyen bir kimse, ilk önce  o milletin yazın alanında verdiği eserleri araştırmalıdır.  Peki, yabancı birisi çıkıp bizim şu anda güncel yazınımızı incelerse nasıl bir kanıya varmış olur, varın bu sorunun cevabını siz düşünün. Nitelikli  eser vermek isteyen bir yazar, biraz düşünüp, gayret etse çok güzel eserler vermeye muktedir olacaktır hiç kuşkusuz; fakat ne yazık ki yazarlarımız eserlerin üslup ve içerik bakımından, neyi nasıl anlattığına değil, eserden nasıl daha fazla maddi kazanç sağlayacaklarına dikkat ediyorlar. Ve bu durumda da maddi kaygı ile kaleme alınan kitaplar edebiyatımız açısından adeta  bir darağacı görevi görüyor. Eskiden maddi kaygı ile yazan sanatçı yok muydu diyeceksiniz? Elbette vardı lakin onların maddi kaygıları sadece geçim sıkıntısından ibaretti. Şimdi ise geçim sıkıntısının yerini bitmek tükenmek bilmeyen bir açgözlülük almış durumda. Biz burada yazarların bu yönlerine değinmek yerine sadece bu tutum ve davranışın edebiyatımız üzerindeki tesirlerinde değinmekle yükümlüyüz. Bu sözümden sonra devam edecek olursam şunu söyleyebilirim ki; edebiyatımızın ayaklar altına alınması biraz da denetleme kurumlarının eksikliğinden kaynaklanan bir sorundur. Fazla önemli gibi gözükmese de edebiyatımızın asiliyetini korumak ve  nitelikli eserler  verilmesinin devamı açısından aşırı önem teşkil etmektedir.

Edebiyat alanında kaleme alınan eserlerin niteliği, kalitesi, sanatı az ya da çok tartışılıyor. Peki ya düşün yazınımız? Maalesef! Sanat yargıları ile yargılayabileceğimiz tek bir eser bile kaleme alınmadı bu zamana kadar. Bizim bütün düşün yazınımız Cemil Meriç’ten ibaretti. Bütün düşüncemiz Nurettin Topçu’dan Ziya Gökalp’ten Peyami Safa’dan ve bunlar gibi sayamadığımız bir takım isimlerden ibaretti.  Oysa onlar bizden yarım bıraktıkları yazını devam ettirmemizi istediler. Hakikati tüm samimiyetimizle aramamızı, onu tüm benliğimizle haykırmamızı istediler. Topçu, eserlerinde bize sosyoloji, felsefe  okumaları, araştırmaları yapmamızı, bunları yazmamızı öğütlüyordu. Şimdi herhangi bir kitabevinin vitrinleri, saçma sapan aşk sözlerinden oluşan kitaplarla dolu.

Hal böyleyken…

Sanatımız, gözümüzün önünde heba oluyor. Ve biz olanları seyretmekten başka bir şey yapmıyoruz. Daha da acısı böyle; onları seyretmeye devam edersek ortada, sanat diye bir şey de kalmayacak.

Düşün yazınımızın, edebiyat yazınımızın yok olmasını önlemek için bir şeyler yapmalıyız.  Gerek yazarıyla gerekse okuruyla el ele verip yazınımızı hak ettiği seviyeye ulaştırma noktasında gayret sarf etmeliyiz.

Yapılan araştırmalar kapsamında elde edilen verilere göre, Türkiye’nin kitap okuma oranı yüzde 0,1. En başta Fransa ve İngiltere’nin olduğu listede Türkiye, 86. sırada yer alıyor. Bu yüzde 0,1’lik kısmın da yüzde 45’i yine aşk romanları okuyor. Kişisel gelişim okuyanların oranı ise yüzde 12. Kitap okuma oranı yüzde 0,1 olan bir ülkede de kafaları uyuşturan, gençliği uyutan kitaplar okunuyorsa; varsın o ülke hiç kitap okumasın derim. Okumak, insanın kendisini geliştirmesi için gösterdiği, en büyük ve en doğru girişimdir. Lakin insan eğer okumada doğru eserleri tercih etmezse, onun yaptığı okumanın faydası, okumasını hızlandırma ve anlamasına katkı sağlamakla sınırlı kalacaktır. Düşünen, kültürlü ve bilgili bir insan olmak için sosyolojik psikolojik ve felsefi araştırmalar ve okumalar yapmak şarttır.

Sözün sonunda bir kere daha belirtmeliyim ki; millet olarak, yazın alanında hak ettiğimiz asıl seviyeye ulaşmak için gerek yazarıyla gerekse okuruyla; bilinçli bir şekilde hareket edip, çalışmalarımızı doğru ve disiplinli bir şekilde devam ettirip, yazın dünyamızda en başarılı eserlere imza atmak için gayret sarf etmeliyiz.

YORUMLAR

  • 0 Yorum